Dijital Kitaplar bültenlerine abone olun, yeni çıkan kitapları ve gelişmeleri ilk siz duyun.

Medarı Maişet Motoru

Medarı Maişet Motoru

Sait Faik Abasıyanık 30

Kitap Tanıtımı

Sait Faik’in Medarı Maişet Motoru romanı, gündelik yaşamın sıradan ayrıntılarından evrensel insani durumlar kuran özgün bir anlatı gücüne sahip. Romanın merkezinde Dimitro’nun berber dükkânı duruyor; dükkân bir işyeri olmanın ötesinde insanların gelip geçtiği, sırlarını fısıldadığı, ada hayatının küçük hesaplarının düğümlendiği bir sahneye dönüşüyor. Dimitro’nun geçmişin görkeminden bugünün dar geçimine savrulan hali, Ali Rıza’nın yoksullukla boğuşan yaşamı, Melek’in çıraklık serüveni, Hikmet’in motor güvertesindeki çırpınışı; her biri farklı bir insan yüzünü açıyor okura.

Sait Faik, mekânı canlı bir karakter gibi işliyor: poyrazın kapıyı tekmelemesi, yağmurun enselere saplanması, motorun fosforlu denizi yara yara ilerlemesi… Bu imgeler, sıradan sahneleri şiirsel bir yoğunlukla dolduruyor. Yazar, klasik bir olay örgüsünden çok parçalı bir yapı kuruyor; cümlelerin akışı, konuşma dilinin doğallığını taşırken anlatıyı da şiirsel bir ritme sokuyor.

Yoksullukla dürüstlük arasındaki gerilim, çocukların çıraklık öyküleri, geçim kavgası, balıkçıların torik telaşı… Tüm bunlar bir dönemin çok ötesinde, her çağın ortak öyküsü gibi duruyor. Medarı Maişet Motoru, insana duyulan derin sevgiyle toplumsal eleştiriyi buluşturan, kalıpları kıran ve edebiyat tarihinde kendine özgü yerini hak eden bir yapıt olarak parlıyor

Medarı Maişet Motoru, küçük insanların küçük dünyasından büyük bir toplumsal gerçeklik kuruyor: geçim kavgasının içinde bile insanın yaşama tutunma arzusunu…

 

Kitaptan Bir Bölüm

 

Ali Rıza berber olmadığı, berberlerin Mors alfabesini bilmediği hâlde Dimitro'nun kafasından geçenleri sezmişti. Bu berber Dimitro'nun sanatında ustalığına mı, yoksa hâlâ koyduğu yerde otladığına mı delalet ettiğini Kondos, bu dakikada inceleyecek vaziyette değildir!

Ali Rıza'ya göre bu esmer kızın üç sene sonra açacağı dükkâna bütün Ada halkı dolacaktır. İstanbul'dan iki çırak getirtecekler. Lüks lambasının altındaki masanın üstünde gâvurca mecmualar, Türkçe gazeteler bulunacaktır. Canım perdelerin kenarında sakallı insanlar bekleşecek, paravanayla ayrılmış kadınlar tarafında büyük esrarengiz aletler tavanlardan sarkacaktır. Bir bakır mangalda saç kıvırma aletleri ısınacak...

Ali Rıza akşamları kasa mevcudundan bir lirasını öz keyiflerine harcayabilecek: Bir galon şarap, yeni matbaa kokan gazeteler satın alacak. Bir nargile, sırmalı bir uzun marpuç, sonra belki ilk defa bir Türk berber kızının babası olacak. Kendisini şimdiden geniş, hür fikirli adam gibi görüyordu.

Dimitro:

-Peki Kondos, dedi, gelsin.

-Zanaatı çabuk öğrenir mi acaba?

-Senesine kalmaz. Kızların bu işe eli daha yatkındır.

-Öyle mi?

-Veve a...

-Ne zaman göndereyim, Dimitrakimu?..

-Ne zaman istersen, vre Kondossi.

Sait Faik Abasıyanık
Yazar Hakkında

Sait Faik Abasıyanık Kimdir?

Sait Faik Abasıyanık, Türk edebiyatının en özgün ve samimi öykü yazarlarından biri olarak kabul edilir. 23 Kasım 1906'da Adapazarı'nda dünyaya gelen yazar, Türk öykücülüğüne getirdiği derin insan sevgisi, evrensel temalar ve içsel yolculuklarla tanınır. Sait Faik’in yaşamı, bir nehrin akışı gibi bazen hızlı, bazen durgun ama her daim anlamlı bir seyre sahip olmuştur.

İlköğrenimini Adapazarı Rehber-i Terakki Mektebi’nde tamamladıktan sonra Adapazarı İdadisi'nde iki yıl okur, ancak Kurtuluş Savaşı’nın bitmesiyle ailesiyle birlikte İstanbul'a yerleşir. İstanbul Sultanisi’nde (günümüzde İstanbul Lisesi) eğitimine devam ederken, henüz çocuk yaşta yazmaya duyduğu ilgi şekillenmeye başlar. Ancak gençliğinin en hareketli dönemlerinde, öğretmenine yapılan bir şaka yüzünden okuldan uzaklaştırılması, Sait Faik’in hayatında dönüm noktalarından biri olur. Bu olay sonrası Bursa Erkek Lisesi’ne geçer ve 1928 yılında oradan mezun olur.

Yüksek öğrenimine İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde başlasa da, öğrenimini ekonomi üzerine devam ettirme kararıyla İsviçre'nin Lozan kentine gider. Ancak Sait Faik, akademik kariyere hiçbir zaman tam anlamıyla bağlanamaz; Lozan'dan sonra Fransa'nın Grenoble kentine geçer ve burada üç yıl boyunca yaşamını sürdürür. Fransız kültürünün ve edebiyatının etkisi, onun öykücülüğünde derin izler bırakır. Yine de eğitimini tamamlamadan Türkiye'ye döner ve 1933 yılında İstanbul’a kesin dönüş yapar.

Türkiye'ye döndükten sonra bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yapar. Ancak öğretmenlik de ona yetmez. Daha sonra ticarete atılsa da, babasının mirasıyla desteklenen bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanır. Bu noktadan sonra Sait Faik, yaşamını yazarak ve gözlemleyerek sürdürmeye karar verir. Şişli'deki Bulgar Çarşısı’ndaki apartmanlarında ve özellikle Burgazada'daki köşklerinde, doğa ve insanlarla iç içe bir yaşam sürer. Ada ve İstanbul onun ilham kaynağı olur, yazılarında bu iki mekân sık sık karşımıza çıkar.

Yazın hayatı, İstanbul Sultanisi’nde başladığı şiirlerle açılır; ancak daha sonra Bursa’daki öğrencilik yıllarında öyküye yönelir. İlk öyküsü olan “Uçurtmalar”, 9 Aralık 1929 tarihinde Milliyet gazetesinde yayımlanır. Bu tarih, onun Türk edebiyatındaki serüveninin başlangıcıdır. 1934 ile 1940 yılları arasında Varlık, Ağaç, Servet-i Fünun, Uyanış, Ses, Yeni Ses gibi dönemin önemli dergilerinde öyküleri yayımlanır ve kısa sürede geniş bir okur kitlesine ulaşır.

Sait Faik’in erken dönem öyküleri, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Adapazarı ve İstanbul’da şekillenir. “Semaver” (1936) ve “Sarnıç” (1939) gibi eserlerinde bu dönemlere dair izler buluruz. Ancak zamanla onun öykü dili daha şiirsel bir boyut kazanır. “Lüzumsuz Adam” (1948), “Mahalle Kahvesi” (1950), “Havada Bulut” (1951) gibi eserlerinde, daha toplumsal bir bakış açısıyla esnaf, işsizler, işçiler gibi toplumun görünmez kesimlerine yönelir. “Kumpanya” (1951) ile bu öykülerdeki karakter çeşitliliği artar; çımacılar, cambazlar, gezgin tiyatro toplulukları, işçiler, garsonlar onun dünyasında canlanır. Yazar, toplumsal adaletsizlikleri ve insanın yalnızlığını, yavaş yavaş daha karamsar bir tonda işlemeye başlar. “Son Kuşlar”da (1952) bu karamsarlık belirginleşir; yazar, hayal kırıklığına uğrayan insanın acısını anlatır.

1954 yılında yayımlanan “Alemdağ'da Var Bir Yılan”, Sait Faik’in gerçeküstücülüğe yöneldiği ve öykülerinde psikolojik derinliklere inmeye başladığı bir dönemdir. Olay örgüsünün neredeyse ortadan kalktığı bu eserinde, bireyin içsel bunalımları, yalnızlığı ve dünyadan kopuşu ön plana çıkar. Bu eser, onun edebiyatında bir kırılma noktasıdır; klasik anlatı yapısından uzaklaşır ve içsel bir yolculuğa çıkar.

11 Mayıs 1954’te İstanbul'da, henüz 48 yaşındayken siroz hastalığına yenik düşerek yaşamını yitiren Sait Faik, arkasında ölümsüz eserler bıraktı. Ölümünden sonra Burgazada’daki evi müze haline getirilirken, annesi tarafından onun adına “Sait Faik Hikâye Ödülü” oluşturuldu. Ayrıca, edebiyat dünyasına yaptığı katkılardan dolayı Amerika'daki Uluslararası Mark Twain Derneği'nin onur üyeliğine seçildi. Bu onur, onun sadece Türk edebiyatında değil, dünya edebiyatında da iz bırakan bir yazar olduğunu gösterir.

Sait Faik’in yaşamı, sürekli bir arayış, insana olan inancı ve yaşama olan derin bağlılığıyla şekillendi. Onun eserleri, sadece bir dönemin toplumsal gerçekliğini değil, aynı zamanda insanın evrensel yalnızlığını, umutsuzluğunu ve sevincini yansıtır. Yazar, her şeyden önce, yaşama hakkını veren bir yazar olarak hatırlanır; çünkü o, hayatın en küçük ayrıntılarında bile derin bir anlam bulmuş ve bunu büyük bir duyarlılıkla öykülerine yansıtmıştır.

Yorumlar

Bu Kitap Hakkında Henüz Yorum Yapılmadı!

Medarı Maişet Motoru İçin Yorum Yap